Kânunuevvel’in Son Günü

Bir zamanlar İstanbul’da pek az insan yeni yılın gelişini kutlardı. Sonra her şey aniden değişmeye başladı… Çok hızlı yaşandı. Bu yazıda bir geceliğine kumarhaneye dönüşen kahvehanelerin, vals ve tangolu yılbaşı balolarının, televizyonlarda hasretle dansöz beklediğimiz ve Tayyare Piyangosu’nun umut dağıttığı yılın son gününün hikâyesini okuyacaksınız...

Eski zamanlarda Osmanlı’da yeni yıl pek bilinmezdi. Daha doğru bir deyişle, yeni yılın başlangıcı kutlanmazdı… Ocak 1955’te Panorama mecmuasında yazdığı bir yazıda Yazar Refik Halid Karay, “O zamanlar bizler, Müslüman ekseriyeti, hele İstanbul tarafı böyle bir şeyin hemen hemen hiç farkında değildik” kelimeleriyle bu durumu açıklıyordu. 

O dönemlerde, İmparatorluğun başkenti İstanbul’da yeni yılın başlangıcı Muharrem ayının ilk gününde kutlanırdı. Halkın pek ilgi göstermediği bu kutlamalar padişahı ziyaretle başlar. Padişah da ziyaretçilerinin yeni yıllarını tebrik ederken “Muharremiye” adında paralar dağıtırdı. Osmanlı’da yılbaşı olarak kabul gören bir diğer gün ise 1 Mart’a denk geliyordu. Daha çok mali yılın başı olarak kutlanan bu günde Balıkhane’de kurbanlar kesilir, dualar okunur ve padişaha hediyeler sunulurdu. Fakat genellikle halkın bundan haberi bile olmazdı.

“Resimli 20’nci Asır Mecmuası”nın 31 Aralık 1953 tarihli sayısında yer alan bir yazıda, Osmanlı’da ilk yılbaşı kutlamasının İstanbul’daki İngiliz sefiri tarafından, 1829 yılına girerken yapıldığı biliniyor. Haliç’teki bir İngiliz gemisinde verilen yemek ve baloya birçok devlet adamı katılmıştı. Yazıda, o zamana kadar böyle bir şey görmemiş olan Osmanlı devlet erbabının önce yatsı namazını Kasımpaşa’daki tersane divanhanesinde kıldığı, ardından ise sandallarla İngiliz gemisine giderek sabaha kadar eğlendiği tasvir ediliyordu. Dergide yer alan bir başka bilgiye göre, 1856 yılında da Sultan Abdülmecit, yine İstanbul’da Fransız elçisi Tauvenell tarafından verilen büyük yılbaşı balosuna gitmişti. 

ESKİ İSTANBUL’DA YILBAŞI 

Osmanlı’da yılbaşı kutlamaları daha çok azınlıklara özgü bir gelenekti. İmparatorluk döneminde Balat, Hasköy, Karaköy ve Ortaköy’de yaşayan Yahudiler, Fener ve Pera’daki Rum topluluğu ve Samatya, Kumkapı ve Eminönü civarında ikâmet eden Ermeniler yılsonunu kendi geleneklerine göre kutlardı. Yazılı kaynaklara göre bu toplulukların yılbaşı sofraları da inanılmaz zengindi. Rum evlerinde Vasilopita diye anılan özel yılbaşı çöreğinin yanında her sofrada çeşit çeşit soğuk ve sıcak meze, onlarca salata ve ana yemek çeşidi vardı.

Ancak İstanbul’daki asıl yeni yıl kutlamaları Pera’da (Beyoğlu) yapılırdı. Önceleri sıradan bir İstanbul semti olan bölge zamanla gelişti ve semte Avrupa tarzı çok katlı apartmanlar inşa edildi. O döneme göre bir hayli görkemli mağazalar ile şehrin ilk modern restoran, kahve, pastane, otel ve birahaneleri semtin bir parçası olan Cadde-i Kebir (İstiklal Caddesi) üzerinde hızla yerlerini aldı. Yüzyılın sonlarındaki savaşlarda karış karış Avrupa’yı dolaşan yabancı subaylar, aileleriyle birlikte İstanbul’a geldiklerinde ilk uğrak yerleri meşhur Pera semti oluyordu.

1892’de Orient-Express yolcuları için Tepebaşı’nda Pera Palas oteli kurulunca, Pera ve Galata bölgesi daha cazip hale geldi ve doğal olarak bölgedeki otellerin sayısı da hızla arttı. Buradaki ikinci büyük otel olan Tokatlıyan, Maksim Bar, Park Otel ve Garden Bar gibi mekânlarda muhteşem balolar, davetler ve yemekler verilmeye başlandı. Sonraki yıllarda savaştan kaçan Beyaz Ruslar’ın da İstanbul’a gelmesiyle Avrupa’nın büyük kentlerindeki yaşam tarzı Beyoğlu’nda hızla yayıldı. Türk mahallelerinin içe kapanık yapısı çatlamaya başlamıştı. Artık yılbaşı kutlamalarına, sessizce de olsa, Müslümanlar da katılmaya başlamıştı.

Yılbaşı gecesi Pera’ya gitmeyi planlayanlar öncelikle elbiselerini yeniler, cadde üzerinde çeşitli eğlencelere katılırlardı. Böyle akşamlarda Beyoğlu’nun ara sokakları bile insanla dolup taşardı. Sabahın erken saatlerinde her şey bitince, genellikle önce artan paralarla kahvaltı yapılır, sonra yürüyerek Galata ve Tünel’e inilirdi ve Unkapanı köprüsü üzerinden evlere gidilirdi.

Yazar Ahmed Rasim bir yazısında eski yılbaşı kutlamalarını, “O ne hovardalık rezaleti, ne sefahat gecesi idi!” sözleriyle tasvir etmişti. Yazara göre İstanbul halkı yılbaşı gecesi kutlamalarına çok hızlı alışmıştı… “Aşağıda, yukarıda ne kadar genelev varsa kapılar çekilir; her gazino, her kahve, her koltuk (küçük meyhane) bir kumarhane. Her sokakta bir çalgı, saz eğlencesi, çengi, köçek… Her evin odasında bir ziyafet sofrası. Üstünde hindiler, yemişler, rakılar, biralar, etrafında türlü türlü erkekler. Evinden birinden çık, ötekine gir… Kumarhanenin birinde yutul ötekinde kazan.”

Eski İstanbul’daki yılbaşı gecelerine özgü en dikkat çekici etkinliklerden biri, Ahmed Rasim’in de yazdığı gibi kumar oynamaktı. Yılın son gününde, yıl içinde otel veya pastane olarak hizmet veren mekânlar bile bir geceliğine kumarhaneye dönüşüyordu. Tabii bu özel günde yasal birkaç mekânın dışında şans oyunları oynanabilecek birçok yasadışı yerin açılmasına da engel olunamazdı. Saltanat zabıtaları, bu işyerlerini yabancılar tarafından işletildikleri için kapatamıyordu. Ercüment Ekrem Talu, Salon dergisine yazdığı 1 Ocak 1949 tarihli yazıda, yüzyılın başındaki İstanbul’da en çok bakara oynandığından bahsediyordu. “Eline kâğıt almamış acemiler bile bu basit oyunu çabuk kavrarlardı. Zor olan cihet hilesini sezmekti. Çünkü bazı kaşarlanmış kumarbazlar mutlaka hile yapar, “enayi” soyarlardı.” Talu yazısında, “Caddenin köşe başlarında çığırtkanlar durur, gözlerine kestirdikleri yolcuya sokularak, falan yerde büyük oyun döndüğünü, taşralı zengin bir tüccarın avuçla para kaybetmekte olduğunu fısıldayıp müşteri tavlardı” kelimeleriyle bu işletmelerin müşteri kazanma yollarını anlatıyordu.

Eğlenceler böyle sürüp giderken 1926 yılında mali takvim kabul edildi ve yılbaşı da resmi olarak 1 Ocak oldu. Bu karar ve Cumhuriyet dönemine geçiş ile birlikte yılbaşı eğlenceleri de tüm Türkiye’de hızla yayılmaya başladı. 

TEYYARE PİYANGOSU VE BALOLAR 

1935’te çıkarılan bir yasa ile 31 Aralık öğleden sonrası ve 1 Ocak resmi tatil oldu. Türkiye’de hızla özel bir gün haline dönüşen yılbaşı kutlamalarının görkemi bugünün toplumunda en çok yılbaşı balolarından hatırlanıyor. O dönemlerin sevilen moda dansları vals, tango ve çarlistondu. Bu yüzden yılbaşı balolarına en önemli hazırlıklardan biri de dans dersi almaktı. Zorlu ekonomik şartlara rağmen Park Otel, Tokatlıyan ve Pera Palas gibi yerlerdeki kutlamalarda erkekler yeni yılı smokinle, kadınlar ise uzun etekli tuvaletlerle karşılıyordu. Ankara’da genellikle Süreyya Lokantası’nda ve Ankara Palas salonlarında yapılan yılbaşı eğlenceleri için giyilecek elbiseler birkaç ay öncesinden İstanbul’dan getirtiliyor veya diktiriliyordu.

Otellerin yanısıra eğlence yerleri de o güne özel programlarla hazırlanırdı. Gazinolarda dönemin ünlü şarkıcıları sahneye çıkar, tiyatro gösterileri sunulurdu. Buralarda dev kadrolu fasıllar, hatta akrobasi gösterileri bile tertiplenirdi. Bu arada ticari müesseseler de bu fırsatı kaçırmazdı. “Yılbaşı Kitabı”nda verilen ilanları, “Yılbaşı hediye zamanıdır, en iyi hediye bizimki. Tüm ilanlar bunu söyler” şeklinde ticari işletmelerin yeni yıl gecesi için sundukları fırsatları derleyen Yazar Gökhan Akçura, dönemi şöyle anlatıyor: “Sabuncakis Çiçek Ticarethanesi çiçek ve çiçek ağaçlarının yılbaşı için hazır olduğunu ilan eder. Venüs müstahzaratları ‘en makbule geçecek hediyenin’ kendi parfümleri olduğunu hatırlatır. Sümerbank Yerli Mallar Pazarı yılbaşı için ‘şık, güzel, ucuz, sağlam’ seçenekler sunar. Öte yandan Colombia müessesesi ‘sene başında herkese sevinç bahşedecek bir hediyenin’ ancak bir plak serisi olabileceğini belirtir… Kocataş Lüks Şampanya Gazozu yılbaşını kutlarken kendisini unutmamamızı hatırlatır. Tekel (o zamanki adıyla İnhisar) likör ve şarapları da ‘yılbaşında ağız tadıyla içki içmek istersek’ uygun fiyatlarıyla seçenekler sunacağını açıklar.”

Bu özel gece artık herkesin beklediği bir zaman olmasına rağmen uzun yıllar yapılan kutlamalarda dansözler ortaya çıkmadı. Bu önemli gecede sahneler orkestralara emanet edilir, vals ve tangoya rakı eşlik ederdi. Yılbaşı geceleri, kendine has, ülkeye özgü hoş bir harman oluşturmuştu.

1940’lı yıllarda evlerde kutlama yapanların vazgeçilmezi radyolar, tombala ve milli piyangonun selefi Tayyare Piyangosuydu. 1925 yılında kurulan Türk Teyyare Cemiyeti para piyangosu düzenleme yetkisini almış ve üç ayda bir para ödüllü piyangolar düzenlemeye başlamıştı. 1926’da Tayyare Piyangosu adı altında halka satılan ilk biletlerin fiyatı 1 lira, en büyük ikramiye ise 100 bin lira idi. Yıllar geçtikçe ödül de giderek artıyordu, 1934 yılbaşı ikramiyesi tam 500 bin lira olmuştu. 1960’larda ise milyonlara ulaşacaktı. Rakamlar büyüdükçe yılbaşı gecesi çekilişleri de insanların en çok bekledikleri an oluyordu. Zamanla piyango kendi efsanelerini bile yarattı. İstanbul’da yılbaşı çekilişleri için bilet satın alanlar belirli “uğurlu” yerleri tercih etmeye başladılar. İstanbul’daki bayiler arasında en ünlüleri Nimet Abla’ydı. İstanbul’da Eminönü’nde küçücük bir dükkânda eşiyle birlikte bilet satan Nimet Abla, piyango tutkunlarının en çok sevdiği kişiydi. Özellikle yılbaşı çekilişlerinde bilet almak isteyenler dükkânın önünde uzun kuyruklar oluşturur, biletin numarasına çekiliş öncesi bakmanın uğursuzluk getirdiğine inanırlardı. Hatta bazıları elinin uğurlu olduğuna inandıkları için bileti Nimet Abla’ya çektirirdi.

Dönemin bir diğer ünlü bayisi Nimet Abla’ya yakın bir yerde bilet satan ve astsubaylık yaparken geçirdiği kaza sonucu tek kolunu kaybedin Tek Kollu Cemal’di. 1950’li yıllarda ise 2 metre 25 santimlik boyuyla Uzun Ömer ve Cüce Simon ünlenen diğer bilet satıcıları oldu. Milli piyango çılgınlığı zamanla o kadar çok yayıldı ki bu bayilerin, yılbaşı çekilişleri de dâhil, bastırdıkları özel zarflarda taşradaki müşterilerine bilet bile postalamaya başladılar. 

GAZİNOLARDAN EVLERE 

1950’lerde yılbaşı eğlencelerine önce büyük ev partileri, sonra gazinolardaki kutlamalar damgasını vurdu. Yılbaşı geceleri adeta eğlence sektöründe patlamaya neden oluyordu. Kentlinin eğlence yerleri olan gazinolar o kadar etkiliydi ki Zeki Müren gibi birçok sanatçı buralarda sahneye çıkıp şöhreti yakaladı. 

Ev eğlencelerini tercih edenler ise genellikle birinin evinde buluşuluyordu. Burada insanlar güne özel hazırlanan yemekleri yiyor, piyano veya radyo eşliğinde sohbet ediliyordu. İnsanlar birlikte şarkılar söylüyor, tango ve hafif gece müziği ile dans edip eğleniyordu. Klasik batı müziğinin yanında artık alaturka şarkılar da dinlenmeye başlanmıştı. Hatta hindi bile sofralara girmeye başarmıştı.

O yıllarda gazete ve dergiler, bugün de devam eden bir yılsonu geleneğini de iyice benimsemişti; 1930’larda başlayan, geçmiş yılın önemli ekonomik, politik, sanatsal ve spor olaylarının toplandığı almanaklar hazırlıyorlardı. Yılbaşına uygun özel sayılar çıkarılıyordu. Yılın ilk gününde ise gazeteler magazin sayfalarında ünlülerin nerede nasıl eğlendiği, neler yaptığı ile ilgili bilgi veriyordu. Dönemin en ünlü magazin yazarı olan Adalet Cimgöz, Fitne Fücür takma ismiyle Salon dergisine yazdığı yazıda ünlülerin yılbaşı gecesini nasıl geçirdiklerini şöyle anlatıyordu: “Kadınlarımız 1948’e yarı çıplak girdiler. Bu yeni moda bizim tombul, mülahham bayanlarımızın hepsine yakışmamış. Bir tramvay kalabalığı arz eden lokallerde dans ederken açık sırtlara değen eliniz nemleniyor, ‘Bandit’, ‘je revienne’ ve buna mümasil ağır kokular sabaha kadar yerini nev’i şahsına münasır ‘Feme’ kokularına bırakıyordu. 1948’e girerken aklımda kalan sadece koku ve et oldu.”

1960’lı yıllarda her şey hızla değişime uğradı. Gazinoların hükümdarlığı bitti ve taverna-kabareler yükselişe geçti. Gramofon yerini kasetçalara bırakmak zorunda kaldı. 1950’lerde ekonomik hayatın canlanmasıyla birlikte Anadolu’dan İstanbul’a gelen esnaf ve tüccarlar yavaş yavaş kentin gece yaşamını da değiştirdi. Böylece dansözler de şehir eğlence hayatına girmiş oldu. Adeta gece yaşamının tek hâkimleri oldular. Arabesk diye adlandırılan yeni bir müzik türü Türkiye’nin tabanına hızla yayılıyordu. Ve elbette en önemlisi, televizyonun yaygınlaşmasına çok az kalmıştı. 

YAŞASIN TELEVİZYON 

1970’li, 80’li yılların kitlesel eğlencesi televizyon oldu. Yıllardır radyo ile baş başa geçen yılbaşı gecelerine artık siyah-beyaz ekran da eşlik ediyordu. O yıllar pek kolay geçmiyordu. Ağırlaşan ekonomik şartlar ve artan toplumsal huzursuzluklar insanları evlere kapatmıştı. TRT’nin televizyon yayınlarına başlaması, 70’li yılların sonlarında yılbaşı akşamlarını ağırlıklı olarak evlerde geçirmek için bir başka sebep oldu. Artık her yılın, sonlarına doğru Milli Piyango’nun vereceği büyük ikramiyenin yanında bir de “Bu yılbaşı televizyona dansöz çıkacak mı?” tartışmaları gündeme geliyordu.

31 Aralık gecelerinde televizyon yayınlarında gece yarısına kadar seyircili çekilen konserler ve yarışmalar yayınlanırdı. Geçen zamanla ekrana çıkan şarkıcıların popülaritesi de artıyordu. Zirve noktası ise yeni yılın ilk dakikalarında yaşanıyordu. Onikiyi birkaç dakika geçe genellikle Zeki Müren, Ajda Pekkan gibi sanatçılar arka arkaya televizyon başındaki sabahçılara şarkılarını söylüyordu. Yayınlar genellikle sabaha karşı yabancı hafif müzik yayını ile sonlanırdı.

TRT bazen izleyenlerine hoş sürprizler de yapardı. Örneğin Orhan Gencebay gibi “yasaklı” bir sanatçıyı özel gecelerde ekrana çıkarabiliyordu. 1980 yılının yılbaşı gecesinde askerlerin kontrolündeki Türkiye’nin tek televizyon kanalında buna benzer bir sürpriz yaşandı. Elinde baston, omzunda şal, üzerine şalvar giymiş dansöz Nesrin Topkapı ekranlarda belirerek yepyeni bir dönemi başlatmış oldu. 

Yeni yıl kutlamaları 1990’larda çok değişti. Özel televizyonların yayına başlamasıyla bugün değil bir dansözü beklemek, artık her televizyon kanalında onlarca dansöz izlenebiliyor. Milli Piyango hala her yıl rekor ikramiye veriyor. Artık belli bir mekânda eğlenmek yerine barlar geziliyor, meydanlarda binlerce kişi ile birlikte yeni yıl karşılanıyor. 

Yazar Nurullah Ataç’ın 1938 yılında yazdığı gibi: “Günler, hepsi de birbirine benzeyen günler… Yılbaşı, günlerin birbirine benzemeyeceğine bizi birkaç gün içinde inandıran, kaderin her an değişip başka türlü günler başlayacağını söyleyen bir gündür. Bize böyle gönlümüzce vaatlerde bulunan bir gün nasıl sevilmez?”

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.